Bir soru : Doğa Ana’ nın (inancınıza göre buraya Tanrı gibi başka bir özne de koyabilirsiniz) bize doğuştan verdiği kimlikler bir kusur mudur ?
Aşağıda sizinle paylaşmak istediğimiz röportaj 2006 yılında Hürriyet gazetesinde yayımlanmış. İnterseksüellik üzerine internette rutin aramalar ve kontroller yapıp yeri geldikçe sizlerle paylaşıyoruz. Ama tabii internet ortamı uçsuz bucaksız bir okyanus gibi olduğu için bazen bizim gözümüzden böyle yazıların kaçtığı olabiliyor. Cumhuriyet gazetesindeki röportajımızdan sonra röportajı yapan arkadaşımıza aşağıdaki okuyacağınız röportajı yapan İstanbul Üniversitesi Çocuk Cerrahisi’nden Prof. Dr. Hüseyin Özbey mail atarak ulaşmış ve kendilerinden bahsetmiş. Biz de bu sayede kendilerinden haberdar olmuş olduk. Ve ilk yaptığımız şey hemen bu konu hakkındaki “tıbbi içerikli” sitelerini incelemek oldu. Tabii ki biz onlar kadar işin tıbbi , teknik ,bilimsel yanına vâkıf değiliz. Ve böyle bir şeyi iddia etmiyoruz. Ayrıca kendilerine bu blogun bir yazarı olarak saygım sonsuz. Ancak biz bizzat interseksler olarak (haliyle) işin tıbbî yönünden daha çok sosyal boyutuyla ilgiliyiz. Ve bizim durumumuzla ilgili olarak tıp camiasının bunu bir “bozukluk” ( ingilizcesiyle disorder) olarak tanımlanmasına karşı çıkıyoruz. Biz bu durumun “doğa ana”nın bize sunduğu “çeşitliliğin” bir parçası olduğuna ve herkesin “cinsiyet skalasında” ayrı noktalarda durduğuna inanıyoruz. Erkek ve kadın olmanın ” tam , kesin, net ve tek doğru , normal “ ve bunun dışında kalan cinsiyet kimliklerinin de “bozukluk “olarak adlandırılmasından oldukça rahatsızlık duyuyoruz. Bu bakış açısıyla transeksüellik gibi cinsel kimlikler veya lezbiyen’lik ve gay’lik gibi cinsel yönelimlerin de bozukluk ve hastalık olarak tanımlanabileceğini ve bunun da artık çok gerilerde bırakılmış bir yanlış olduğunu düşünüyoruz. Sonuçta “normal” kime göre , neye göre “normal” ? Bu Normları kim belirliyor ? Bu belirlenen normlara neden koşulsuz hepimiz uymak ve kendimizi bu kalıplara sokmak zorundayız veya daha önemlisi zorunda mıyız ? Bunların bizim sorguladığımız kadar en az sizlerin yani interseks olmayanlar ve kendini “normal” görenler tarafından da sorgulanması gerektiğine inanıyor ve tavsiye ediyoruz. . Eğer tüm farklı genetik varyasyonları , yönelimleri durumları vs. hastalık veya bozukluk olarak kabul edeceksek o zaman interseksliği de edelim.Sonuçta hiç kimse “mükemmel” değil. “süper kusursuz insan” yok. Herkes farklı genetik bir öyküyle , genetik bir yükle doğuyor. Genetik özelliklerimiz bizi ve kim olduğumuzu belirliyor. İşte biz de genetiklerimizin ve diğer bir çok faktörün belirlediği “biziz”.Biz interseks bireyleriz. Biz hasta değiliz. Biz sizlerin tanımladığı gibi “bozuk” değiliz. Biz buyuz. Tarih boyunca var olduk. Adımıza efsaneler oluştu bu topraklarda. Ve insanlık var olduğu sürece de olmaya da devam edeceğiz. Çünkü biz doğa ananın sunduğu ,ortaya koyduğu çeşitlilik içinde varız. Politik alanda olduğu gibi sosyal alanda da çoğulculuğu benimsemenizi tavsiye ederiz naçizâne diyerek aşağıdaki röportajı aydınlatıcı olduğuna inanarak sizlerle paylaşmak istedik. Röportajın içinde, blogumuzda bahsi geçen ve interseks bireylerin izni alınmadan yapılan kozmetik “düzeltici” (!) ameliyatlara karşı artık dünya çapında karşı seslerin yükseldiğinin bahsedilmiş olmasından da memnuniyet duymaktayız. Bu yukardaki uzun girizgâhı röportajın içinde ve yazının sonunda adresi verilen derneğin sitesinde bazen bizi rahatsız edebilen “dil” (*metin içinde geçen hastalık , bozukluk , kusur gibi tanımlar gibi) nedeniyle yapma gereği duyduk.
Sayın Hüseyin Özbey‘e de halkı bilgilendirdiği ve Sayın Ezgi Başaran‘a da bu konudaki ilgisi ve hassasiyeti için ayrıca teşekkürü borç bilirim. Daha uzatmadan röportaja geçebiliriz.
Özellikle belirtmekte fayda var aşağıda okuyacağınız röportaj 29Nisan 2006 tarihinde Ezgi Başaran Tarafından Hürriyet gazetesi için yapılmış ve yayımlanmıştır.
Röportaj yapılan kişi: İstanbul Üniversitesi Çocuk Cerrahisi’nden Prof. Dr. Hüseyin Özbey
Röportajın orijinal linki : http://www.hurriyet.com.tr/pazar/4334854_p.asp
<<Genetik kusurlar yüzünden oluşuyor, iki yaşına gelmeden teşhisi gerekiyor>>
Yarın Harbiye Askeri Müzesi’nde, tek günlük uluslararası bir sempozyum düzenleniyor. Intersex adlı sempozyumda, halk arasında hermafrodit ya da çift cinsiyetli olma olarak bilinen ama doktorların cinsel gelişim kusuru demeyi tercih ettikleri doğumsal hastalık tartışılacak. Sempozyumu düzenleyen, İstanbul Üniversitesi Çocuk Cerrahisi’nden Prof. Dr. Hüseyin Özbey’le bu çok az bilinen hastalığın detaylarını konuştuk. İşte tıp literatüründe de henüz fikirbirliğine ulaşılamamış yanlarıyla, akraba evliliğinden doğan çocuklarda normalden 3 kat daha fazla görülen cinsel gelişim kusurları.
Cinsel gelişim kusurlarının kökeninde, genelde genetik yapı bozuklukları bulunuyor. Genetik olarak, kadın 46,XX; erkek ise 46,XY kromozomlarına sahip. Ancak, normal kromozom yapısı olmasına rağmen farklı bir genetik kusur; testis ya da yumurtalık yapısında bozukluğa, hormon (östrojen ve androjen) sentezi eksikliği ya da fazlalığına, ya da hormonun etki mekanizmasında bir kusura sebep olabiliyor. Bütün bunlar da dış genital yapı dediğimiz cinsel organların, kromozom yapısına uygun olarak gelişmemesine neden oluyor.
PENİS KÜÇÜK, KLİTORİS BÜYÜK
Cinsel gelişim kusuru gösteren hastaların cinsel organları bizim düşündüğümüz “normal” erkek ve kadın cinsel organ yapısından farklı. Bunların başında penis boyu, klitoris büyüklüğü, vajen yapısı ve idrar yolunun özellikleri geliyor. Penis boyu, yeni doğan normal bir bebekte en az 2 cm olmalı, klitoris boyu da 0,5 cm’i geçmemelidir. Erkek çocuğu, idrarını penisin ucundan, kız çocuğu da görünür olması gereken vajen açıklığının hemen üzerinden yapmalıdır.
Androjen etkisinin eksik ya da kusurlu olması, erkek çocukta dış idrar yolu deliğinin normalden daha geride olmasına yol açar. Kız çocuğunda ise androjen etkisinin fazla olması, vajenin kapanmasına ve klitorisin büyümesine hatta penise benzemesine sebep olur.
AİLE PSİKOLOJİK DESTEK ALMALI
Bu tür gelişim kusurlarının, doğumdan hemen sonra ya da cinsel kimliğin oluştuğu 1,5-2 yaşından önce tespit edilmesini doktorlar çok önemli buluyorlar. Çünkü fark edilmeyen ileri derecedeki bir kusur, ailenin yanılmasına, çocuğun karşı cinse özgü davranış modeline uygun yetiştirilmesine yol açabiliyor.
Bu durumda, örneğin yanlışlıkla erkek çocuğu gibi yetiştirilen 3-4 yaşlarındaki bir kız çocuğunun tekrar kız yönünde (doğru yönde) yetiştirilmesi için ailenin oturduğu semti, hatta şehri terk ederek kimsenin onları tanımadığı bir başka yere taşınması gerekebiliyor. Haliyle, bu çocuklar ve ailelere psikolojik destek şart oluyor.
İKİ CİNSE DE UYGUN İSİM VERİLMELİ
Bebeklerini böyle bir şüpheyle doktora getiren ailelere, çocuklarında bir cinsel gelişim probleminin olabileceği, bu nedenle belli testler yapılması gerektiği söyleniyor. Bu testler bir ay kadar sürebiliyor.
Fizik muayenede, çocuğun testisi, yumurtalık, rahim ve vajinasının olup olmadığına bakılıyor. Dış cinsel organın hangi cinsiyete daha yakın olduğu belirleniyor. Ardından kan testleriyle hormon değerlerine (androjen ve östrojen) bakılıyor, genetik uzmanları tarafından kromozom yapısı inceleniyor. Bu süre zarfında aileye çocuklarına her iki cinsiyetin de kullanabileceği isimler vermesi, nüfus cüzdanını çıkartmak için sabretmeleri, çok yakın çevreleri dışında kimseye bu durumdan bahsetmemeleri, ev ziyaretlerini ise bir süre ertelemeleri öğütleniyor. Testlerin sonucuna göre endokrinolog, psikiyatr, genetik uzmanı ve cerrahlardan oluşan bir konsey, hastanın cinsiyeti konusunda bir fikirbirliğine vararak kararı ebeveynlere açıklıyor.
Prof. Özbey’in aktardığına göre, “Siz ne diyorsanız doğrudur doktor bey” tarzı bir yaklaşımla karşılaşıldığı gibi, alınan kararın tersine bir aile görüşü ile de karşılaşılabiliniyor.
TÜRK AİLELERİ ERKEK OLSUN İSTİYOR
Türkiye’de, doktorların ve ebeveynlerin bu konuda en çok karşı karşıya geldikleri durum, doktorların, bebeğin cinsiyetinin kız olduğu yönünde karar vermeleri halinde yaşanıyor. Çünkü aileler, genelde çocuğun ille de erkek olmasını istiyorlar.
Erkek çocuk beklentisinin yoğun olduğu ailelerde cinsel gelişim kusuru olan çocukların doktora götürülme zamanı da geç oluyor. İşte o zaman, doğru cinsiyetin yeniden belirlenmesi ise maalesef mümkün değil. 46,XX genetik yapısı ve dişi iç genital organlara (rahim, yumurtalık ve vajina) sahip bu hastalar, çocuk sahibi olabilecekken, yalnızca dış cinsel organ yapısı nedeniyle erkek yönünde yetiştiriliyorlar. Bu hastalarda, tıbbi ve psikolojik açıdan sorun olmaması için, kız çocuğu yönünde gelişen organların çıkartılması gerekiyor.
ÇOCUKLUK ÇAĞINDA AMELİYAT TARTIŞMASI
Ancak, bu tür ameliyatlarda, geri dönüşü olmayan büyük anatomik değişiklikler yapılmasından kaçınılıyor. Hatta artık, hafif klitoris büyüklüğünde dahi ameliyat yapılıp yapılmaması sorgulanıyor.
Yalnızca aileyi ya da doktoru rahatsız eden görüntü sebebiyle bir çocuğun dış genital yapısında yapılacak operasyonlar, görüşü alınamayan tek kişinin hastanın kendisi olması nedeniyle etik ve hukuki sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu tür ameliyatları geçiren kişilerin oluşturduğu destek grupları cinsiyeti belirlemeye ya da değiştirmeye yönelik her türlü cerrahi müdahaleyi reddediyor, cinsel organı ilgilendiren ameliyat tercihinin hastanın kendisi tarafından yapılması gerektiğini savunuyorlar.
Yapılan ameliyatların sonuçlarını irdeleyen araştırmalarda, normalden büyük olduğu gerekçesi ile çocukluk çağında ameliyat ile klitorisi küçültülen hastaların bir kısmında, erişkin dönemde cinsel fonksiyonlar ve orgazm açısından sorunlar tespit edildi. San Francisco İnsan Hakları Komisyonu’nun 3 Mayıs 2005 tarihinde aldığı bir kararda da, bu tür ameliyatların çocukluk çağında yapılması, insan haklarına aykırı görüldü.
EKSİK PARÇALAR RESME UYDURULUYOR
Yapılan bütün tetkiklere rağmen doktorların ikilemde kaldığı durumlar olmuyor değil. Çünkü kadın ya da erkek cinsiyet özelliklerini (genetik, hormonal, yapısal) belirlerken, karmaşık puzzle’ın bütün parçalarını bulmak gerek. Ancak bu her zaman mümkün olmuyor ve bu gibi durumlarda eksik kalan parçalar resme göre tamamlanıyor.
JOHN-JOAN ÖRNEĞİ CİNSİYETİ EN ÇOK BEYNİN BELİRLEDİĞİNİ GÖSTERDİ
Yakın zamana kadar, cinsiyeti belirleyen en önemli faktörün çocuğun yetiştirilme tarzı olduğu savunuluyordu. Buna göre, “Çocuğu nasıl yetiştirirseniz, cinsel kimliği o yönde gelişir” tezi kabul görüyordu. Ancak, hastaların uzun süreli takiplerinden elde edilen bilgiler ve deneysel çalışmaların sonuçları, cinsiyeti belirleyen en önemli faktörün beyin olduğunu gösterdi. Bununla ilgili literatürde en çok bilinen hasta örneği John/Joan’ın öyküsüdür. “John” bebeğin sünnet sırasındaki bir hata sonucunda kaybedilen penisini onarmak güçtür. Penis oluşturmak yerine testisleri de çıkartarak “vajen” oluşturmak ve kız çocuğu olarak yetiştirmek fikri daha uygun görülür ve uygulanır. Fakat “John”, yeni adıyla “Joan” büyüdüğünde kendisini erkek olarak hisseder, erkek davranış özellikleri sergiler ve kız kimliğini reddeder. İsmini tekrar değiştiren ve erkek yönünde ameliyat olan “John”, dış genital yapı özellikleri yanında, genetik ve hormonal faktörlerin de cinsel kimliğin oluşumunda çok önemli rol aldığını gösteriyor. Hayvanlardan elde edilen bilgiler de, beyinde cinsiyete özgü hücrelerin bulunduğunu ve bu hücrelerin dış genital yapı farklılaşmasından çok daha önce farklılaştığını gösteriyor.
ÇOCUKLARA NE TÜR AMELİYATLAR YAPILIYOR
Çocuklarda gerçekleştirilen cinsel organ cerrahisinde, dış idrar yolu bütünlüğünün sağlanması ve normal yerleşim yerinde olmayan testislerin torbaya indirilmesi, sağlıklı cinsel gelişim ve testis gelişimi-fonksiyonları açısından çok önemli.
Kız çocuklarında, kapalı olan vajinanın adet kanaması nedeniyle sorun yaratmaması veya idrar yolu enfeksiyonuna neden olmaması için açılması gerek. Ama aynı zamanda, bu müdahalenin erişkin dönemde cinsel ilişkiyi de olumsuz etkilememesi lazım.
Kanserleşme olasılığı bulunan testis ya da yumurtalığın alınması da, bazen kaçınılmaz olabiliyor.
Doktorlar açısından, sonuçta bu tür ameliyatların hepsinde, ailelere hastalık ve ameliyat hakkında ayrıntılı bilgi verilmeli ve onlardan yazılı onay alınmalı. Ayrıca birkaç aşamalı olarak gerçekleştirilen bu operasyonlar, zor ameliyatlar arasında sayıldığından, tecrübeli cerrahlar tarafından üstlenilmeli.
HERMAFRODİT, YUNAN MİTOLOJİSİNDE HERMES İLE AFRODİT’İN OĞLU
Hermafroditizm hastalığı, ismini, Yunan mitolojisindeki Hermafrodit’ten alıyor. Hermafrodit, Tanrı Hermes ve Tanrıça Afrodit’in oğludur. Çok yakışıklı bir delikanlıdır. Hikayeye göre, Salmakis adındaki peri kızı, bir gün Bodrum’daki Bardakçı Koyu’nda gezinirken, Hermafrodit’i görür. Görür görmez de aşık olur. Tanışıp konuşmak ister ama delikanlı bir türlü yüz vermez. Sonra bir gün, Salmakis yine görür Hermafrodit’i. Yanına gider. Bu sefer açık açık aşkını ilan eder. Ama yine cevap alamaz. Çaresiz ayrılır. Uzaktan uzağa izlemeye başlar sevgilisini. Bir süre sonra Hermafrodit, soyunup çevredeki göllerden birine dalar. Salmakis de saklandığı yerden çıkarak, suya atlar ve kendini Hermafrodit’in kollarına bırakır. Sıkı sıkı sarılmıştır. Bir yandan da, ondan bir daha hiç ayrılmamak için Tanrılara dua etmektedir. Tanrılar, peri kızının dileğini yerine getirirler. Ve Salmakis ile Hermafrodit, o günden sonra tek beden olarak yaşamaya başlarlar. Hem kadın hem erkek olarak.
Daha ayrıntılı tıbbî bilgi için adı geçen doktorun öncülük ettiği derneğin sitesi : http://www.dsdturk.org/
*Okuduğunuz yazıda kullanılan ilk görsel “Cinsel Gelişim ve Hipospadiyas” Derneğinin görselidir.