Yazar: bonsauvage
Bir insanın -kimliği ve devlet nezdindeki statüsü ne olursa olsun- hayvan öldürmemek, ölü hayvan yememek ile ilgili seçimine saygı göstermek zor olmamalı. Yeryüzündeki en politik iki şey, aynı zamanda insanın hayatta kalmak – neslini sürdürmekle ilgili iki temel içgüdüsü; cinsellik/cinsiyet ve yemek. Domuz eti konusunda herkes çok hassasken, ne yazık ki vejetaryen ya da vegan insanlar çoğu zaman küçümseniyor.
Ben iki aydır hiç bir hayvansal gıda ve başka ürün tüketmiyorum. Süt, yoğurt, et, peynir, deri, kürk bilumum hayvansal ürünü hayatımdan çıkardım (elbette kürkü hiç bir zaman kullanmamıştım). Kendimi gayet iyi hissediyorum.
Hikayemi anlatmaya gerekçelerimi sıralayarak başlamak istiyorum:
– Türcülüğe karşı olmak: İnsanın diğer canlılardan üstün olduğunu düşünme küstahlığı aslında kendi kuyusunu kazan birşey. Dünyamızın geldiği şu noktada bu düşüncenin payı büyük. Maymunu, kertenkelesi, istavriti, salyangozu, insanı, hepimiz yıldız tozuyuz. Hiçbirimizin bir diğer türü etinden faydalanmak üzere fabrikalara kapatıp köleleştirerek öldürmeye hakkı yok.
– Süt endüstrisi: Normalde inek de diğer her canlı gibi yalnızca hamilelik ve lohusa döneminde süt verir. Ama süt endüstrisindeki inekler sürekli süt vermeleri için çeşitli kimyasallara maruz bırakılır, bir yandan da sık sık yapay yollarla döllenip gebe bırakılırlar. İneklerin memelerinde takılı duran sağma pompaları memelerine iltihap yapar, bu iltihap ve kan sağılan süte geçer, bunu bertaraf etmek içinse süte aşırı miktarda antibiyotik katılarak bağışıklık sistemimizin içine edilir. Sütten kesilen inekler kesime gider. Damızlık olarak ayrılmayan buzağılar kesime gider. Tüm büyükbaşlar eni sonu kesime gider.
– Et endüstrisi: Pek söze gerek yok, hepiniz Facebook’ta mezbaha videosu izlemişsinizdir. Hayvanlara yapılan kötü muamelelerin yanı sıra, giderek büyüyen bu endüstrinin atıkları denizi, tatlı suları ve toprağı dolayısıyla sebzeleri de kirletmekte. Listeria ve e. coli vakaları giderek artıyor, et endüstrisi atıkları “katil salatalık”, “katil kavun” gibi şeyler ortaya çıkardı.
– Küresel ısınma ve buna bağlı çevre sorunları: Bir büyükbaş hayvanın 1 kg. et vermesi için 8 kg. yem (mısır, arpa, yulaf, buğday, soya fasulyesi ve benzeri bakliyat ve tahıllar) tüketmesi gerekir. Giderek büyüyen ve yoğunlaşan hayvancılık sektörü için yem üretme faaliyetleri de giderek büyümekte ve yoğunlaşmakta, Amazon’daki yağmur ormanları gibi dünya ekolojisi için kritik alanlarda ağaçlar yok edilip yerlerine yemlik bitkiler ekiliyor. Giderek artan bu tarımsal faaliyetlere karşın dünyanın büyük kısmı halâ açlıkla boğuşuyor. Hayvan yemekten vazgeçip bu yemlik bitkileri sadece kendimiz tüketsek ortaya çıkacak potansiyeli düşünün! Bunun yanında, aslında en önemli nokta, hayvancılık endüstrisinin saldığı metan gazı miktarı trafikten, şehirlerdeki hava kirliliğinden çok daha fazla. Hayvancılığa bağlı metan gazı salınımı pek de sözü edilmeyen bir küresel ısınma faktörü.
– İnsan sağlığı: İnsan sindirim ve boşaltım sistemi ve tüm bedensel yapısı itibariyle meyve yemek üzere evrimleşmiş bir canlıdır. Muz yiyen malum yakın akrabalarımızın (sevgili maymungiller) ağız ve diş yapısı ve sindirim sistemini bir kaç ufak farkla paylaşıyoruz. Kedi, köpek, kurt gibi etobur hayvanlardaki kısa bağırsak yapısının aksine, insan eti sindiremez, bağırsaklarında çürüyen ya da kolesterol olarak damarlarını tıkayan hayvansal gıdalar insanın sağlığını bozar, obezite, kolesterol, yüksek tansiyon, diabet ve pek çok hastalığa yol açar.
– Toplumsal cinsiyet: Aslında yukarıdaki türcülük maddesinde de belirtmiştim. Et yemek, daha doğrusu hayvanları köleleştirip kendisi için et üretmek insanın küstahlığıdır, iktidarını ifade ediş biçimidir. Tüm toplumlarda et erkeklik gücüyle yakından bağlantılı. Penis, yumurtalık gibi hayvan organları ve genel olarak et bütün kültürlerde erkek cinsel gücünü, erkek bedenini, erkek iktidarını kutsamak için kullanılır. Avlanma erkeğe özgüdür, mangalı erkek yakar, kurbanı erkek keser, tavuğun budu erkeğindir. Kadın öldürmez. Tarihte erkeği avdayken kendisi meyve toplayan, mağarasının etrafına ilk buğday tohumunu düşüren de kadındır.
Sanayi devrimiyle birlikte hayvanların makineleştirilmesi daha da yaygınlaştı, et yemek toplumsal gelişim ölçütü sayıldı, fast food kültürü, kapitalizm bu olguyu iyice körükledi. Evet insan artık maymun değil, sebze ve meyve dışında şeyler de tüketebilecek alet yapma gücüne, zekaya vesaireye sahip ve doğal besin zincirinde bir çok canlı birbirini öldürüp yer, bu doğal. Ama etrafınıza bir bakın, kurtların ya da kaplanların tavuk üretme çiftlikleri var mı? Günümüzde halâ pek çok ilkel kabile ormanda yaşarken arıcılık yapmak yerine 40 metrelik ağaçlara tırmanarak yabani arıların ballarını toplar, yılda bir iki kere bal yer, kulübesinin bir tarafına çit çevirip maymun yetiştirmek yerine maymunu arada bir ormanın derinliklerinden avlar, eti her gün yemez, et bu kabilelerde çok seyrek yenen törensel bir gıdadır. Aynı zamanda anarko-ilkelci bir insan olduğum için, elverişsiz, kısmen bakir coğrafyalarda doğal besin zincirinin dışına çıkmayan -kesinlikle sportif ya da eğlence amaçlı olmayan, karın doyurmak için, mecburiyetten yapılan- ilkel avcılığa çok olumsuz bakmıyorum ama batı dünyasında, şehirlerde yaşayan, hele hele bizim gibi bitkisel proteinin çok bol olduğu Akdeniz – Ortadoğu cofrafyasında yaşayan insanların halâ et endüstrisiyle doğanın ve kendi geleceğinin içine etmesini anlamsız ve ölümcül buluyorum.
“Allah onları biz yiyelim diye yaratmış” ya da “Proteinsizlikten beynin çalışmayacak. Hastalanıp gebereceksin” imalı saldırgan cümleler haricinde birşeyler söyleyebilecek, bu konuda bilgi alışverişi yapabileceğim insanlara ihtiyacım var. Yolculuğumda şimdilik yalnızım.
Neler yediğimi, ihtiyaçlarımı nasıl karşıladığımı biraz anlatacak olursam; biliyorsunuzdur, veganlıkta sağlık açısından tek tartışmalı nokta b12, kahvaltılık gevreklerin ve soya sütünün içerisinde b12 takviyesi var, ayrıca bira, turşu gibi mayalı besinlerde ve insanlardaki cinsel organ salgılarında da (hani oral seks filan) b12 bol miktarda mevcut. Zaten vücutta depolanabilen nadir vitaminlerden bu, zaman zaman az bi miktarda almak uzun süre yetiyor. Proteini bakliyattan ve kısmen de tahıllardan, kalsiyumu yeşil yapraklı bitkilerden, demiri yine kahvaltılık gevreklerden ve taze sebzelerden alabiliyorum. Çay – kahve fazla tüketilmez ve demirin emilimini arttırmak için c vitaminli taze sebze meyvelere dikkat edilirse demir eksikliği olmuyor.
Kahvaltılık gevrekler, müsli çeşitleri ve soya sütü kahvaltı için çok pratik ve sağlıklı. Soya sütü biraz pahalı ama peynir ve et gibi mutfak masrafında en kallavi yeri tutan iki çeşidin masrafından kurtulunduğu düşünülürse, soya sütünün fiyatı pek koymuyor, yaşadığım yerdeki bir markette yerli bir markanın soya sütünü buldum neyse ki, orada olmadığında ise internetten sipariş edebiliyorum. Zaman zaman dışarıda aç kalmayı göze almak gerekiyor ama yine de şunu da ekleyeyim; derdinizi anlattınız mı şaşırtıcı bir şekilde herkes yardımcı oluyor, ailemle dönerciye gidip etsiz iskender yiyebilmişliğim var, salçalı pidenin üzerine nefis patlıcan ve biber közlemesi koydular. Geçen Cumartesi gecesi ise sevgili pizzacıya gittik, vejetaryen pizzanın içinde peynir istemediğimi söyleyince kasiyer kız “Zaten peynir yok içinde” dedi, sonra ben bir an duraksayınca dövecekmiş gibi bakarak “Mozarellayı da mı istemiyorsunuz?” diye sordu sinirli sinirli. Mozarella mandırasından komisyon mu alıyordur nedir?!
Sevgilim bu yeni duruma pek alışabilmiş değil. Balığa ve deniz ürünlerine çok düşkün, son görüşmemizde çok ısrar etti balık yiyeyim diye ama dinlemedim elbette. Ona balık pişirdik, ben börülce yedim. Kendisi üzerinde ikna ve propaganda çalışmalarım tüm hızıyla sürüyor!
Lise yıllarımda da bir yıl kadar vejetaryenlik girişimim olmuştu ama o zaman ailemle yaşıyor olmam, aile ve arkadaş baskısı, “Sağlığını bozacaksın, yapma!” ısrarları ve yaşımın da verdiği sabırsızlıkla vazgeçmiştim. Şimdi koşullarım çok daha uygun ve bu kez bana doğru gelen beslenme şeklini oturtabildiğim için kendimi iyi hissediyorum. Aslında herşey bir gece gıda mühendisi arkadaşımın çalıştığı mezbahaya gidişimle başladı… Ama zaten zamanı gelmişti, yıllardır yediğim onca ölü hayvan etinin ağırlığını artık üzerimden atmak istiyordum, mezbahayı görmeseydim de bu kararı er geç alırdım diye düşünüyorum.
Blogun konusu veganlık değil biliyorum, o yüzden konuyu daha fazla uzatmayacağım, belki bu konudaki deneyimlerimi ve yemek tariflerimi paylaşabileceğim başka bir blog açabilirim. Ama siz bu yazının altına yorumlarınızı, kendi deneyimlerinizi ya da fikirlerinizi belirtirseniz çok sevinirim.
Bir de “Earthlings” isimli belgeseli izleyin!
yazınızı büyük bir memnuniyetle okudum ve fotoğraflara iştahla baktım. bir öğünde hiç bu kadar yemiyorum ben, hata mı yapıyorum, eksik mi yapıyorum ki?
ben de yıllardır (2-3 yıldır diyeyim), vejetaryen olmayı düşünüyordum. ancak bize öğretilen, ”et olmadan olmaz.”lar, ”süt içmezsen olmaz”lar vs. sayesinde bunu bir türlü hayata geçiremiyordum. tabii, tek suçu çokbilmişlere atmak istemiyorum. ben de suçluyum. duyduklarıma inanmak ve savunmak işime geliyordu sanırım. çünkü et yemeyi çok severdim. sebzelerle aram berbattı, meyvelerle de aynı şekilde.
okuduğum bölüm sebebiyle beslenme dersi alıyordum. ders hocam, vejetaryenlikten/veganlıktan hiç bahsetmemişti. aksine, etçilliği övüyordu. yumurtasız, etsiz, sütsüz bir yaşamın kesinlikle sağlıksız ve dolayısıyla kalitesiz olacağından bahsediyordu.
eti, yumurtayı, sütlü tatlıları, çikolatayı, jelibonu… o kadar çok seviyordum ki, ikiyüzlülüğe devam ettim. doğayı, hayvanları gerçekten sevdiğime inandırmaya çalışıyordum kendimi; onların sömürülmesiyle, zarar görmesiyle elde edilen besinleri yemeye devam ederek.
hiç okumadım. hiç araştırma yapmadım. çokbilmişlerden duyduklarımı benimsedim. vegan olmak aklımın ucundan geçmese de, vejetaryenlik hiç çıkmadı aklımdan…
kendi midemi ve anneminkini bulandırıyordum ”biz şimdi ceset yiyoruz” deyip. birkaç saat yiyemiyordum yemeğimi. sadece o kadar…
sonra, şu son ”kurban bayramı”yla birlikte, böyle devam etmemem gerektiğini dürüstçe söyledim kendime. yani hem hayvanların yaşam hakkını, doğanın temizliğini ve yeşilliğini savunuyordum; bir yandan da sanki o ben değilmişim gibi katliama ortak oluyordum.
10 aralık 2011’de, öğle uykumdan uyandım ve anneme telefon ettim. rüyamda sucuklu-kaşarlı tost yediğimi görmüştüm. eve gelirken mutlaka sucuk ve kaşar almasını söyledim.
aldı. ama yiyemedim…
o gün bitti. her şey bitti. ne düşündüm tam olarak ve bitirdim hatırlamıyorum. o günden beri vegan’ım. earthlings’i izledim o akşam. okudum, okudum, okudum. hâlâ okuyorum. bütün öğretilen, alıştırılan yalanları biliyorum artık. ve çok iyi hissediyorum. sanki yıllardır beslenme alışkanlığım bu şekildeymiş gibi, rahat rahat besleniyorum. sebzeleri çok seviyorum. meyveleri çok seviyorum. şimdi, gerçekten, hayvanları, doğayı, her şeyi dürüstçe sevdiğime, saydığıma inanıyorum. ve kendimi de elbette…
BeğenBeğen
ve şunu da belirtmek istiyorum: annem, okuduklarımı ve izlediklerimi anlatınca kendisine, tahmin edemeyeceğim kadar etkilendi. et yememeye çalışıyor. arkadaşlarıyla görüştüğünde, et yemeğine denk gelmediği sürece yemiyor. bu, onun için inanılmaz bir başarı bence.
benim için yemekler yapıyor. benim için ”farklı ne alabilirim” diye düşünüyor. pazarda uzun süredir karşılaşmadığı bir sebzeyi gördüğünde mutlulukla beni arıyor. kısacası saygı duyması, desteklemesi ve işin bir yerinden harekete geçmesi, beni ayrıca mutlu etmekte.
BeğenBeğen
Merhaba,
Ben de 2012 yilina vegan girdim, hatta etoburluktan bodoslama daldim diyeyim. Paragrafi paragrafina ayni seyleri hissediyorum. Benim de lise yillarimda vejetaryen bir donemim var. Ayni seyler gecti basimdan. Bu zamana kadar da ilgilenmememin sebebi muhtemelen veganligi din gibi yasayip savunan insanlardi sanirim. Cok yakin bir arkadasim vegan olup ben soru sormadikca bir sey anlatmayinca ve sanki kafirlerin kotuluklerinden bahsediyormuscasina (ki bakima oyle de aslinda 🙂 veganizmi savunmayinca bendeki tohum filizlendi. Ustune Earthlings de zaten cilayi surdu. Bu filmi izleyip de gonul rahatligiyla et yiyebilen insandan suphe duyarim.
BeğenBeğen
aynen. her şey earthlingsle başlar
BeğenBeğen