ANNE FAUSTO-STERLING
Çevirenler: Belgin Günay ve Aslı Yasemin Bahar
CHERYL CHASE, Sheraton Boston Hotel’in tıklım tıklım dolu toplantı salonunun önüne çıkarken, gergin öksürükler huzursuzluğu işitilir hale getirdi. İnterseks hakları aktivisti olan Chase, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki pediatrik endokrinoloji uzmanları için en büyük kuruluş olan Lawson Wilkins Pediatrik Endokrin Derneği’nin (LWPES) Mayıs 2000 toplantısında konuşma yapması için davet edilmişti. Konuşması, yenidoğanlarda genital organlarda muğlaklığın tedavisi (hem erkek hem de kadın anatomisi karışımıyla doğan bebekler veya kromozomal cinsiyetlerinden farklı görünen genital organlarla doğan bebekler) üzerine dört saatlik bir sempozyumun büyük finali olacaktı. Konu, toplanmış doktorlar için pek de yeni bir konu değildi. Yine de Chase’in grup karşısındaki görünüşü dikkate değerdi.
Üç buçuk yıl önce, Amerikan Pediatri Akademisi, Chase ve destekçilerini “fanatikler” olarak nitelendirerek, genital muğlaklığın tedavisine ilişkin hastaların bakış açısını sunma şansı talebini reddetmişti. Yaklaşık iki düzine interseks insan, bir protesto hattı kurarak karşılık verdi. Kuzey Amerika İnterseks Topluluğu (ISNA) bir basın bildirisi bile yayınladı: “Hermafroditler Çocuk Doktorlarını Hedef Alıyor.”
1960’ların sokak aktivisti kalbime bu iyi gelmişti. Kısa vadede, o sırada Chase’e protestosunun insanları kızdıracağını söyledim ama sonunda, o zaman kapalı olan kapıların açılacağına dair onu temin ettim. Şimdi, Chase kendi kongrelerinde doktorlara hitap etmeye başladığında, bu tahmin gerçek oluyordu. “Cinsel Belirsizlik: Hasta Odaklı Yaklaşım” başlıklı konuşması her yıl belirsiz cinsel organlarla doğan binlerce bebeğe anında “düzeltici” ameliyat yapma şeklindeki neredeyse evrensel uygulamanın ölçülü bir eleştirisiydi. Chase, bu tür bir ameliyatın sonuçlarıyla yaşıyor ve endokrinologlar ve cerrahlardan oluşan takipçileri, yani “cerrahi ve utanç” ile tepki vermekle suçladığı kişiler onu saygıyla karşıladı.
Daha da dikkat çekici bir şekilde, oturumda kendisinden önce gelen konuşmacıların birçoğu, daha çok psikolojik danışmanlığa odaklanan tedaviler lehine mevcut uygulamaları rafa kaldırma gereğinden bahsetmişti.
Kaderin bu kadar dramatik bir şekilde tersine dönmesine ne yol açtı? Chase’in LWPES sempozyumundaki konuşması, davasına dikkat çekmekteki ısrarının bir kanıtıydı kuşkusuz. Ancak konuşma daveti, belirsiz cinsel organları olan çocuklara nasıl davranılacağına dair gelişen tartışmada da bir dönüm noktası oldu ve bu tartışma, hem tıbbı hem de genel olarak kültürümüzü sarsmaya devam eden biyokültürel bir buzdağının -cinsiyet buzdağının- görünen kısmı.
Chase ilk ulusal görünümünü 1993 yılında, tam da bu sayfalarda, The Sciences için yazdığım “Beş Cinsiyet” [Mart – Nisan 1993] başlıklı makaleme yanıt olarak yazdığı bir mektupta ISNA’nın kurulduğunu duyurarak yaptı. O makalede, toplumumuza yerleşmiş olan iki cinsiyetli sistemin, insan cinselliğinin tüm yelpazesini kapsamak için yeterli olmadığını savundum. Onun yerine beş cinsiyetli bir sistem önerdim. Erkeklere ve kadınlara ek olarak, “herm” (adını hem testis hem de yumurtalık ile doğan gerçek hermafroditlerden almıştır); “merm” (testisler ve kadın cinsel organının bazı yönleriyle doğan erkek sözde hermafroditler); ve “ferm” (yumurtalıkları erkek cinsel organının bazı yönleriyle birleşen dişi sözde hermafroditler) cinsiyetlerini dahil ettim.
Kışkırtıcı olmaya niyetlenmiştim ama aynı zamanda yarım ağızla da yazmıştım. Bu yüzden, makalenin ortaya çıkardığı tartışmanın boyutuna şaşırdım. Sağcı Hıristiyanlar öfkelendiler ve benim beş cinsiyet fikrimi Eylül 1995’te Pekin’de Birleşmiş Milletler’in sponsorluğunda düzenlenen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’na bağladılar. Öte yandan, makale mevcut cinsiyet sisteminde sıkışmış hisseden diğerlerini sevindirmişti.
Açıkçası, bam teline dokunmuştum. Toplumsal cinsiyet sistemimizi yenileme teklifime bu kadar çok insanın kızabilmesi gerçeği, değişimin -ve buna karşı direncin- kapıda olabileceğini düşündürdü. Gerçekten de 1993’ten bu yana çok şey değişti ve makalemin önemli bir teşvik olduğunu düşünmeyi seviyorum. Sanki birdenbire interseksler gözlerimizin önünde cisimleşiyor. Chase gibi birçoğu, mevcut tedavi uygulamalarını değiştirmek için doktorlar ve politikacılara karşı lobi yapan siyasi örgütleyiciler haline geldi. Ancak daha genel olarak, belki de daha az kışkırtıcı olmamakla birlikte, eril ve dişil arasındaki sınırları tanımlamak her zamankinden daha zor görünüyor. Bazıları, devam etmekte olan değişiklikleri son derece rahatsız edici buluyor. Diğerleri onları özgürleştirici buluyor.
KİM İNTERSEKSTİR VE KAÇ İNTERSEKS VARDIR?
İnterseksüalite kavramı, erkek ve kadın fikirlerinde kök salmıştır. İdealleştirilmiş, Platonik, biyolojik dünyada, insanlar iki türe ayrılır: tamamen mükemmelen dimorfik bir canlı. Erkeklerde bir X ve bir Y kromozomu, testisler, bir penis ve idrar ve semeni dış dünyaya iletmek için uygun tüm iç tesisat vardır. Onlar ayrıca kas yapısı ve yüz kılı gibi iyi bilinen ikincil cinsiyet özelliklerine de sahiptir. Kadınlarda iki X kromozomu, yumurtalıklar, idrar ve yumurtayı dış dünyaya taşımak için tüm iç tesisat, hamilelik ve cenin gelişimini destekleyen bir sistem ve çeşitli tanınabilir ikincil cinsiyet özellikleri bulunur.
Bu idealize edilmiş hikaye, birçok bariz uyarının üzerine çıkıyor: bazı kadınların sakalları var, bazı erkeklerin hiç yok; bazı kadınlar kalın seslerle konuşur ve bazı erkekler gerçekten ciyak ciyak bağırır. Daha az bilinen gerçek ise, yakından incelendiğinde, mutlak dimorfizmin temel biyoloji düzeyinde bile parçalandığı gerçeğidir. Kromozomlar, hormonlar, iç cinsiyet yapıları, gonadlar ve dış cinsel organlar, çoğu insanın düşündüğünden daha fazla çeşitlilik gösterir. Platonik dimorfik kalıbın dışında doğanlara interseks denir.
“Beş Cinsiyet”te, intersekslerin tedavisinde bir psikolog tarafından yapılan bir tahmini aktardım ve tüm canlı doğumların yaklaşık yüzde 4’ünün interseks olduğunu ileri sürdüm. Sonra, bir grup Brown Üniversitesi lisans öğrencisiyle birlikte, interseks doğum oranlarına ilişkin mevcut verilerin ilk sistematik değerlendirmesini yapmaya koyuldum. Ek kromozomlardan karma gonadlara, hormonlara ve cinsel organlara kadar çeşitli interseks kategorilerinin sıklık tahminleri için tıp literatürünü taradık. ‘Bazı koşullar için yalnızca anekdot niteliğinde kanıtlar bulabildik; ancak çoğu için sayılar mevcut. Bu kanıtlara dayanarak, doğan her 1000 çocuğun on yedisinin bir şekilde interseksüel olduğunu hesapladık. Bu rakam (yüzde 1,7) bir tahmindir, kesin bir sayı değildir, ancak bildirdiğim yüzde 4’ten daha doğru olduğuna inanıyoruz.
Rakamımız, dimorfik idealin tüm kromozomal, anatomik ve hormonal istisnalarını temsil eder; potansiyel olarak bebekken ameliyat olabilecek intersekslerin sayısı daha azdır – muhtemelen 1.000 canlı doğumda bir ile 2.000 canlı doğumda bir arasındadır. Ayrıca, bazı popülasyonlar ilgili genlere yüksek sıklıkta sahip olduğundan, interseks doğum oranı tüm dünyada tek tip değildir.
Örneğin konjenital adrenal hiperplazi (CAH) genini ele alalım. CAH geni her iki ebeveynden de kalıtıldığında, iki X kromozomuna ve potansiyel olarak doğurgan bir kadının iç üreme organlarına sahip ancak erkeksi dış cinsel organlara sahip bir bebeğe yol açar. Genin frekansı dünya çapında büyük farklılıklar gösteriyor: Yeni Zelanda’da milyonda sadece kırk üç çocukta görülüyor; güneybatı Alaska’nın Yupik Eskimoları arasında ise sıklığı milyonda 3.500’dür.
İNTERSEKS HER ZAMAN BİR ÖLÇÜDE, bir tanım meselesi OLMUŞTUR. Ve geçen yüzyılda çocukları interseks olarak tanımlayanlar ve çareleri sunanlar doktorlar oldu. Yalnızca kromozomlar olağandışı olduğunda, ancak dış genital organlar ve gonadlar açıkça bir erkek veya dişiyi gösterdiğinde, doktorlar müdahaleyi savunmazlar. Gerçekten de, bu gibi durumlarda ne tür bir müdahalenin savunulabileceği açık değildir. Ancak bebekler karışık cinsel organlarla veya bebeğin gonadlarıyla çelişen dış cinsel organlarla doğduğunda hikaye oldukça farklıdır.
Artık interseks bebeklerin tedavisinde uzmanlaşmış kliniklerin çoğu, 1950’lerde tamamı Baltimore, Maryland’deki Johns Hopkins Üniversitesi’nden psikolog John Money ve psikiyatristler Joan G. Hampson ve John L. Hampson tarafından geliştirilen vaka yönetimi ilkelerine güveniyor. Money, cinsiyet kimliğinin doğumdan yaklaşık on sekiz ay sonra tamamen şekillendirilebilir olduğuna inanıyordu. Bu nedenle, bir tedavi ekibine belirsiz cinsel organı olan bir bebek sunulduğunda, ekibin yalnızca cerrahi açıdan en mantıklı olanı temel alarak cinsiyet ataması yapabileceğini savundu. Doktorlar bu durumda ebeveynleri çocuğu cerrahi olarak belirlenen cinsiyete göre yetiştirmeye teşvik ediyor. Çoğu hekim, bu yönlendirmenin ardından hem hasta hem de ebeveynler için psikolojik sıkıntının ortadan kalkacağını iddia etti.
Gerçekten de, tedavi ekipleri asla “interseks” veya “hermafrodit” gibi sözcükleri kullanmayacaklardı; bunun yerine, anne babalara, doğanın bebeğin erkek ya da kız olmasını amaçladığını, doktorların da cinsiyeti öyle belirlediğini söyleyeceklerdi. Doktorlar, ameliyat yoluyla yalnızca doğanın niyetini tamamlıyorlardı. Money ve Hampson’lar, cinsiyet atamalarına iyi uyum sağladıklarını söyledikleri interseks çocuklarla ilgili ayrıntılı vaka incelemeleri yayınlamasına rağmen, Money özellikle bir vakanın teorisini kanıtladığını düşündü.
Bu, içeriğinde interseks olmayan dramatik bir örnekti. Bir çift tek yumurta ikizinden birisi, sünnet kazası sonucu penisini kaybetti. Money “John” adındaki bu çocuğun “Joan”e dönüştürülmesine karar verdi (bu vaka daha sonraları çok tanındı ve konuşuldu) ve ameliyat edilen çocuk kız olarak büyütüldü. Zamanla, Joan büyüdü, elbise giymeyi ve saçını yaptırmayı sevdi. Money cinsiyet değişiminin başarılı olduğunu gururla ilan etti.
Ancak yakın zamanda John Colapinto’nun “As Nature Made Him” adlı kitabında anlattığı gibi, Joan – artık David Reimer adında yetişkin bir erkek olarak biliniyor – sonunda kadın atanmayı reddetti. John/Joan adıyla tanınan bu vaka, işleyen bir penisi ve (yeniden atamanın bir parçası olarak çıkarılmış olan) testisleri olmasa bile maskülenleştirici tedavi aradı ve birlikte çocuklar evlat edindiği bir kadınla evlendi.
John/Joan hikayesinin tüm sonucunun gün yüzüne çıkmasından bu yana, doğumlarından kısa bir süre sonra erkek veya kadın olarak yeniden cinsiyet atanan ama bu erken atamayı reddeden başka kişiler de öne çıktı. Bu yeniden atamanın işe yaradığı vakalar da ortaya çıktı – en azından hastaların yirmili yaşlarının ortasına kadar. Ama bu vakalarda bile ameliyatın sonuçları sorunlu olabiliyor. Genital ameliyatlar sıklıkla cinsel hassasiyeti azaltan yara izleri bırakıyor. Chase kendisi total klitoridektomi (klitorisin tamamen alınması) ameliyatı geçirmiş. Bu ameliyat günümüzde interseksler üzerinde daha az yapılıyor. Yine de klitoral gövdenin boyutunu azaltan bu yeni ameliyatlar hassasiyeti ciddi anlamda azaltıyor.
Başarısız yeniden atama vakaları ve interseks aktivizminin çıkışı, gittikçe artan sayıda pediatrik endokrinolog, ürolog ve psikoloğun erken genital ameliyatların mantığını sorgulamasına yol açtı. Örneğin Chase’in LWPES konuşmasından önce gelen bir toplantıda, Houston Texas’taki Baylor Tıp Koleji’nin Medikal Etik ve Sağlık Politikası Merkezi’nden gelen medikal etikçi Laurence B. McCullough, muğlak genital organlı çocukların tedavisi için etik bir çerçeve tanıttı. Cinsiyet fenotipi (genetik ve embriyolojik olarak belirlenen cinsel karakteristiklerin dışa vurumu) ve cinsiyet ifadesi (kişinin toplumda dışavurduğu cinsiyet rolü) çok değişken olduğu için, McCullough’a göre, çeşitli interseks varyasyonları normal olarak kabul edilmeliydi. Tümü, atanmış cinsiyetten ve cinsiyet kimliğinden istatistiksel olarak beklenen çeşitliliğin içerisinde kalıyor. Dahası, bazı hastalıklar çeşitli interseks varyasyonları ile beraber görülse ve tıbbi müdahale gerektirse dahi, interseks durumların kendileri birer hastalık değildi.
McCullough sağlık çalışanlarının cinsiyet atama süreçlerinde geri dönülemez dediği atamaları minimize etmesi gerektiğinden de bahsetti: örneğin hastanın bir gün geri döndürülmesini isteyebileceği, genitallerin ve gonadların alınması gibi adımları. Son olarak McCullough muğlak cinsel organlı bir çocuğun doğumunu doktorların tıbbi veya sosyal bir acil durum olarak görmekten vazgeçmesi gerektiğini ifade etti. Bunun yerine bütüncül bir medikal tarama yapmaları ve ebeveynler ile -tıbbi müdahalelerin sonuçları ile ilgili belirsizlikler de dahil olmak üzere- her şeyi paylaşmaları gerektiğini söyledi. Başka bir deyişle, tedavi mantrası ameliyat değil terapi olmalıydı.
Bence interseks çocukların tedavisine McCullough’ın çizdiğine yakın yeni bir yaklaşım kapıda. Karma cinsiyette birinin doğumuna yaklaşımda kullanılan tedavi, temel tıbbi ve etik prensipleri pratik ama daha az şiddetli/kalıcı bir yaklaşım ile birleştirmeli. İlk adım olarak çocuklar üzerinden ameliyatlar yalnızca onların hayatını kurtarmak ya da çocuğun fiziksel esenliğini ciddi anlamda iyileştirmek için yapılmalıdır. Doktorlar çocuğun kondisyonunun hangi cinsiyet kimliğine bürüneceği ihtimalini göz önünde bulundurarak bir cinsiyet -kadın ya da erkek- atayabilir. Ama aynı zamanda çocuk büyüdükçe bu atamayı reddedebileceğini kabul edecek kadar alçakgönüllü ve çocuğun ne diyeceğini dinleyecek kadar zeki olmalılar. En önemlisi, ebeveynlerin onlara sunulabilecek tüm bilgilere ve seçeneklere erişimi olmalı.
Doğumdan kısa bir süre sonra yapılan cinsiyet atamaları uzun bir yolculuğun yalnızca başlangıcı. Örneğin Max Beck’i ele alalım. İnterseks doğan Max, ameliyat ile kadın olarak atanmış ve bu şekilde yetiştirilmiş. Eğer tıbbi kurulu onu yirmili yaşlarının ortasına kadar takip etseydi, bu atamayı bir başarı olarak göreceklerdi çünkü o bir erkek ile evliydi. (Burada vakaların başarılı olma kriterinin geleneksel olarak atanan cinsiyette bir heteroseksüel olarak yaşamak olarak tanımlandığını not etmekte fayda var). Ancak Beck birkaç yıl içinde ‘butch’ bir lezbiyen olarak açıldı. Otuzlu yaşlarının ortasında olan Beck şu an bir erkek ve lezbiyen partneri ile evli. Partneri de modern üreme teknolojileri sayesinde yakın zamanda bir kız doğurdu.
Translar, yani duygusal cinsiyetleri fiziksel cinsiyetleri ile ters düşen kişiler, bir zamanlar kendilerini ikilikler içinde tanımlıyordu – erkek bedenine sıkışmış kadın veya tam tersi. Bu sebeple, ameliyatlar aracılığı ile bir ferahlık arıyorlardı. Birçoğu hala arasa da, bugünlerde trans denen kişiler daha belirsiz bir alanı işgal etmekten mutlular. Erkekten kadına geçiş yapan bir transseksüel örneğin, kendisi ne lezbiyen diyebilir. Jane, doğumda fizyolojik erkek olan bir kişi, şu an otuzlarının ortasında ve adı hala John iken evlendiği kadın eşi ile birlikte yaşıyor. Jane kendisini feminize etmek için hormon alıyor, ancak bu henüz bir erkek olarak cinsel ilişkiye girebilmelerine engel olmadı. Jane’e göre kendisi eşi ile lezbiyen bir ilişki içerisinde ama paylaştıkları özel anları heteroseksüel seks ve lezbiyen seksin kesişiminde bir yerde görüyor.
İnterseksüel ve trans kişileri erkeklik ve kadınlık kutuplarının arasında bir yerde yaşıyor olarak görmek doğal gelebilir. Ama erkeklik ve kadınlık, maskülenite ve feminenite, bir sürey olarak görülemez. Bunun yerine atanmış cinsiyet ve cinsiyet ifadesi (sex and gender) çok boyutlu bir evrende noktalar olarak daha doğru kavramsallaştırılacaktır. Bir süredir cinsiyet gelişimi uzmanları genetik ve hücresel seviyedeki cinsiyet (cinsiyet spesifik gen ifadeleri, X ve Y kromozomları); hormonal seviyedeki cinsiyet (fetüste, çocuklukta ve ergenlik sonrasında); ve anatomik seviyede cinsiyet (genitaller ve ikincil cinsiyet karakteristikleri) arasında ayrıma gidiyor. Cinsiyet kimliği tahmin edilebilir ki bu bedensel öğelerin tümünün çevre ve deneyim ile pek iyi anlamadığımız bir etkileşiminden ortaya çıkıyor. Net olan bir şey varsa o da hem maskülenite hem feminenitenin neredeyse tüm olası permutasyonda barındığıdır. Bir kromozomal, hormonal ve genital erkek (ya da kadın), kadın (ya da erkek) cinsiyet ifadesi ile ortaya çıkabilir. Veya kromozomal feminen, erkek fetal hormonlu, maskülenize genitalli -ama dişi pubik hormonlu- biri kadın cinsiyet kimliği geliştirebilir.
Tıp ve bilim camiaları henüz bu çeşitliliği kapsayabilecek bir dil kullanmaya başlamadı. Michigan State Üniversitesi’nden tarihçi ve medikal etikçi Alice Domurat Dreger, “Hermafroditler ve Cinsiyete Medikal Müdahale” kitabında günümüzde tıbbi sistemlerinin muğlak cinsiyeti sınıflandırma şeklinin ortaya çıkışını belgeliyor. Günümüz kullanımı köklerini Viktoryen dönemden alıyor. Sıkça kullanılan “gerçek hermafrodit”, “erkek yalancı hermafrodit” ve “kadın yalancı hermafrodit” terimleri, sadece “gerçek hermafroditlerin kadın ve erkek karışımı olduğunu ima ediyor. Diğerleri, bedenleri ne kadar karmaşık olursa olsun, aslında gizli erkek veya kadınlar. Gerçek hermafroditler nadir olduğu için -belki 100,000’de 1- bu sınıflandırma insanın iki cinsiyetli bir tür olduğu fikrini destekliyor.
21. yüzyılın doğuşunda, cinsiyetteki çeşitlilik bu kadar görünürken, bu pozisyonu devam ettirmek zor. Ve burada da tıbbi oybirliği parçalanmaya başladı. Geçen sonbaharda ürolog Ian A. Aaronson NATFI grubunu organize etti. Grubun amacı muğlak cinsel organlarla doğan çocuklara verilen medikal tepkileri araştırmaktı. Amerikan Pediatrik Akademisi gibi anahtar tıbbi birlikler NATFI’yi destekledi. Cerrahi, endokrinoloji, psikoloji, etik, psikiyatri, genetik, kamu sağlığı ve interseks hasta hakları savunucuları grupları da sonradan aralarına katıldı.
NATFI’nin amaçlarından biri yeni cinsiyet terminolojisi oluşturmaktı. Bir teklif duygusal olarak nötr terminolojiye geçişi öneriyor. Örneğin Tip I interseksler anormal virilizasyon etkilerinin bir sonucu olarak gelişirler; Tip II interseksler virilizasyonun bazı kesintilerinden kaynaklanır; ve Tip III intersekslerde gonadlar beklenen biçimde gelişmemiş olabilirler.
Açık olan şudur ki, 1993’ten bu yana modern toplum, beş cinsiyetten daha ileri giderek cinsiyet varyasyonunun normal olduğunu ve bazı insanlar için oynak bir keşif alanı olduğunu kabul etmiştir. New York Devlet Üniversitesi Purchase Kampüsü’nden psikolog Suzanne J. Kessler, İntersekslerden Dersler adlı kitabında “Beş cinsiyet” önerimden bahsederken bu noktayı etkili bir şekilde vurgulamaktadır:
“Fausto-Sterling’ın önerisiyle sınırlama şudur ki, hala genital organlara birincil anlam atfeder ve günlük hayatta cinsiyet atfı, genital incelemeye erişim olmadan yapılmaktadır… Günlük yaşamda öncelikli olan, kıyafetlerin altındaki et yapılandırması ne olursa olsun sergilenen cinsiyettir.”
Şimdi Kessler’ın değerlendirmesiyle aynı fikirdeyim. Herkesin odak noktasını genital organlardan uzaklaştırmak interseks bireyler ve destekçileri için daha iyi olurdu. Onun önerdiği gibi, insanların sadece genital organlarla ayırt edilemeyecek kadar geniş bir cinsel kimlik ve özellik yelpazesine sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Bazı kadınların “büyük klitorisler veya kaynaşmış dudakları” olabilirken, bazı erkeklerin de “küçük penisler veya şekilsiz torbaları” olabilir; Kessler’ın ifadesiyle “herhangi bir klinik veya kimlik anlamı taşımayan fenotipler” yani.
Kessler’in programı ne kadar aklı başında olsa da – ve 1990’larda kaydedilen ilerlemeye rağmen – toplumumuz hâlâ bu idealden uzak. Kessler’in “kültürel cinsel organlar” olarak adlandırdığı, fiziksel cinsel organlarıyla çelişen bir toplumsal cinsiyet yansıtan interseks veya transgender kişi yine de ihlal nedeniyle ölebilir. Bu nedenle, cinsiyet çeşitliliğinin daha fazla olduğu bir dünyaya geçiş sürecinde, kültürel ve fiziksel cinsel organları uyuşmayan insanlar için yasal korumaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Kolay bir adım, ehliyet ve pasaport gibi resmi belgelerden “cinsiyet” kategorisini kaldırmak olabilir. Elbette hem daha görünür (boy, yapı ve göz rengi gibi) hem de daha az görünür (parmak izleri ve genetik profiller) nitelikler daha uygun olacaktır.
1995’te Houston, Teksas’ta düzenlenen dördüncü yıllık Uluslararası Transgender Hukuku ve İstihdam Politikası Konferansı’nda kabul edilen Uluslararası Cinsiyet Hakları Beyannamesi’nde daha kapsamlı bir gündem sunulmaktadır. Beyanname, kişinin kendi cinsiyetini belirleme hakkı, isterse fiziksel cinsiyetini değiştirme hakkı ve istediği kişiyle evlenme hakkı da dahil olmak üzere on “cinsiyet hakkı” listeler. Bu tür hakların yasal dayanakları, yazdığım sırada mahkemelerde ve en son Vermont eyaletinde yasal eşcinsel ev içi birlikteliklerin kurulması yoluyla şekillendiriliyor.
1993’te KİMSE BÖYLE DEĞİŞİKLİKLERİ ÖNGÖREMEZDİ ve bunda küçük de olsa bir rol oynadığım, toplumu iki farklı cinsiyetten oluşan iki kampa bölme fikrini eğip bükerek baskıyı azaltmakta katkım olduğu fikri bana keyif veriyor.
Bazen insanlar bana biraz dehşetle, androjenliğin hüküm sürdüğü ve erkeklerle kadınların sıkıcı bir şekilde aynı olduğu pastel bir dünyayı savunduğumu söylüyorlar. Ancak benim görüşüme göre, güçlü renkler pastel renklerle bir arada bulunur. Dışarıda oldukça erkeksi insanlar var ve olmaya da devam edecek; sadece bazıları kadın ve tanıdığım en kadınsı insanlardan bazıları da erkek.
ANNE FAUSTO-STERLING, Brown Üniversitesi’nde biyoloji ve kadın çalışmaları profesörüdür. Bu makalenin bazı bölümleri, son kitabı SEXING THE BODY’den (Basic Books, 2000) uyarlanmıştır.