Beş cinsiyet! Erkek ve dişi neden yeterli değil?

1843’te, ABD’nin Connecticut eyaletinin Salisbury kasabasında yaşayan 23 yaşındaki Livay Suydım (Levi Suydam), kasaba seçim kurulu üyelerinden, kıyasıya mücadeleyle geçen yerel seçimlerde Whig partili olarak oy kullanma hakkının onaylanmasını istedi. Bu talep, Amerikan demokrasi tarihinde herhalde eşine az rastlanır nedenlerle muhalefet partisinden telaşlı itirazlara yolaçtı: Suydım’ın erkekten ziyade dişi olduğu ve bu yüzden (oy kullanma hakkının kadınları içerecek şekilde değiştirilmesinden yaklaşık seksen yıl önce) oy kullanmasına izin verilemeyeceği söylendi. Anlaşmazlığı çözmek için Suydım’ı muayene etmek üzere William James Barry adlı bir doktor çağrıldı. Ve tahminen bir fallusla karşılaştı ve müstakbel seçmeni erkek olarak ilan etti. Whig Partisi de, Suydım’ın oyu sayesinde bir oy farkla seçimi kazandı.

Ancak Barry’nin teşhisinin biraz erken bir teşhis olduğu ortaya çıktı. Birkaç gün sonra, Suydım’ın, fallusu olsa da, düzenli olarak adet gördüğü ve vajinal bir açılımı olduğunu keşfetti. Hem fiziği, hem de zihinsel eğilimleri, ilk başta düşünüldüğünden daha karmaşıktı. Dar omuzları ve geniş kalçaları vardı, ayrıca ara sıra kadınlara karşı cinsel arzu duyuyordu. Barry daha sonra şöyle yazdı: “Suydım’ın canlı renklerden, patiska parçalarından, bunları karşılaştırmak ve biraraya getirmekten hoşlanma, bedensel işlerden hoşlanmama ve bunları becerememe gibi dişil eğilimleri olduğu çoğu kişi tarafından farkedilmişti”. Suydım’ın oyunu kaybedip etmediği, ya da seçim sonuçlarının tersine çevrilip çevrilmediği belli değil.

Batı kültürü, yalnızca iki cinsiyet olduğu fikrine derinden bağlı. Dil bile başka olasılıkları reddediyor; bu yüzden Livay Suydım hakkında yazarken, açıkça erkek ya da dişi olmayan, ya da belki de aynı anda iki cinsiyetten de olan birini belirtmek için “s/he” ve “his/her” gibi gösterimler icat etmek zorunda kaldım. Yasal olarak da her yetişkin, ya erkek, ya da kadındır; ve fark, tabii ki önemsiz değildir. Suydım için oy kullanma hakkı demekti; bugünse özel durumlarda orduya çağrılmaya uygunluk ya da muafiyet demek olabileceği gibi, evlilik, aile ve insan mahremiyeti gibi bir dizi yasaya, çeşitli şekillerde tâbi olmak anlamına gelir. Örneğin ABD’nin pek çok yerinde, resmî kayıtlarda erkek olarak görünen iki kişi, oğlancılık karşıtı yasaları çiğnemeden cinsel ilişki yaşayamaz.

Ancak eğer devlet ve yasal sistem, iki taraflı bir cinsel sistemi sürdürmek istiyorsa, doğayla kavgalılar demektir. Biyolojik olarak konuşacak olursak, dişiden erkeğe çeşitli dereceler vardır; ve nasıl sınıflandırıldığına bağlı olarak, en az beş, hatta daha fazla cinsiyet olduğu öne sürülebilir.

Bir süredir adlî tıp doktorları interseksüel vücut kavramını tanıdılar. Ancak standart tıp literatürü, interseks terimini, üç temel altgrubu kapsayacak bir genel terim olarak kullanıyor. Bu üç temel altgruptan; erkek ve dişi özelliklerin bir karışımına sahip olan, “gerçek hermafrodit” olarak adlandırılan, benimse “herm”ler dediğim grupta bir testis ve bir yumurtalık (sperm ve yumurta üreten hazneler ya da eşeysel bezler) vardır; eril yalancı hermafroditlerde (“merm”lerde) testisler ve dişil dış cinsiyet organlarının bazı unsurları vardır, ancak yumurtalık yoktur; ve dişil yalancı hermafroditlerde (“ferm”lerde) ise yumurtalıklar ve eril dış cinsiyet organlarının bazı unsurları vardır, ancak testis yoktur. Bu kategorilerin her biri kendi içinde karmaşıktır; örneğin, eril ve dişil özelliklerin yüzdesi, aynı altgrup üyeleri arasında aşırı derecede farklılık gösterebilir. Üstelik, her altgruptaki insanların iç yaşantıları (özel ihtiyaç ve sorunları, onları çeken ve iten şeyler), bilim tarafından araştırılmamıştır. Ancak onlar hakkında bilinenleri temel alarak diyebilirim ki, üç interseks, yani herm, merm ve ferm’in her biri kendi içinde ek birer cinsiyet sayılmayı hak ediyor. Aslında daha ileri gidip, cinsiyetin engin, sonsuz derecede esnek bir sürey olduğunu iddia edeceğim; beş kategorinin sınırlarına bile kafa tutan bir sürey.

İnterseksüelliğin yaygınlığını tahmin etmek aşırı derecede zor, değil ki bu üç ek cinsiyetin sıklığını bilelim. Bu da hiç şaşırtıcı değil, çünkü bu insanların iş başvurusunda gönüllü olarak verdiği türden bir bilgi değil. John Hopkins Üniversitesi psikologlarından, doğuştan gelen cinsel organ kusurlarında bir uzman olan John Money, interseksüellerin, doğumların yüzde 4’ünü oluşturabileceğini öne sürüyor. Brown Üniversitesi’ndeki öğrencilerime dediğim gibi, 6000 kişilik bir öğrenci topluluğunda bu yüzde (eğer doğruysa), kampüste 240 interseksüel olduğunu ima ediyor, ki bu da kesinlikle bir tür azınlık grubu kurmaya yeter.

Ancak gerçekte böyle öğrencilerin pek azı üniversiteye kadar doğdukları bedenle gelebilir. Fizyoloji ve cerrahi teknolojilerdeki son gelişmeler artık doktorların birçok interseksüeli doğum anında yakalamasına imkân veriyor.

Bu bebekler neredeyse anında hormonal ve cerrahi yönetme programına sokuluyor ki “normal” heteroseksüel erkek ya da dişiler olarak topluma sessizce süzülebilsinler. Burada güdünün hiçbir şekilde bir komplo kurmak olmadığını vurgulamak istiyorum. Bu politikanın amaçları samimi olarak insanîdir, insanların hem fiziksel hem de ruhsal olarak “topluma uyum sağlamalarına” yönelik isteği yansıtır. Tıp camiasında ise bu isteğin ardındaki varsayımlar (yani yalnızca iki cinsiyetin olduğu, bir tek karşıcinselliğin (heteroseksüellik) normal olduğu, tek bir doğru ruhsal sağlık modeli olduğu varsayımları) neredeyse hiç sorgulanmamıştır.

“Hermafrodit” sözcüğü, Yunanca Hermes (tanrıların ulağı, müziğin koruyucusu, düşlerin yöneticisi ya da malların (çiftlik hayvanlarının) koruyucusu olarak da bilinir) ve Afrodit’ten (cinsel aşk ve güzellik tanrıçası) gelir. Yunan mitolojisine göre bu iki tanrı, Hermafroditus’un anne ve babasıymış. Hermafroditus onbeş yaşında bir su perisine âşık olmuş ve onunla hemvücut olmuş, böylece yarı erkek yarı dişi olmuş. Bazı gerçek hermafroditlerde testis ve yumurtalık ayrı ayrı ama çift yönlü olarak gelişir, bazılarındaysa birlikte aynı organın içinde gelişir ve bir yumurtalık-testis oluşturur. Az olmayan bir sıklıkta da, eşeysel bezlerden en az biri oldukça iyi çalışır, sperm hücreleri ya da yumurtaların yanı sıra işlevsel düzeylerde cinsiyet hormonu (androjen ya da östrojen) üretir. Kuramsal olarak gerçek bir hermafroditin, bir çocuğun hem annesi hem de babası olması mümkün olabilirse de, uygulamada ilgili kanallar ve tüpler, yumurta ve spermin biraraya gelebileceği şekilde yapılandırılmamıştır.

Gerçek hermafroditlerin aksine, yalancı hermafroditlerin, olağan erkek (XY) ya da dişi (XX) kromozom yapısının yanında, aynı türden iki eşeysel bezleri vardır. Ancak dış cinsiyet organları ve ikincil cinsiyet özellikleri, kromozomlarıyla uyuşmaz. Böylece mermlerin testisleri ve XY kromozomları vardır, ancak vajina ve klitorisleri de vardır ve ergenlikte sıklıkla göğüsleri çıkar. Öte yandan âdet görmezler. Fermlerin yumurtalıkları, iki X kromozomları ve bazen de rahimleri vardır, ancak en azından kısmen erkeksi dış cinsiyet organları da vardır. Tıbbî müdahale olmazsa sakalları çıkabilir, sesleri kalınlaşabilir ve yetişkin boyutunda penisleri olabilir.

Hiçbir sınıflandırma sistemi, klinik uygulamada karşılaşılan cinsel anatomi çeşitliliğini ima etmekten öteye gidememiştir. Örneğin 1969’da iki fransız araştırmacı, Liyon Endokrin Kliniği’nden Paul Guinet ve Paris Endokrin Kliniği’nden Jacques Decourt, yalnızca dış cinsiyet organlarının ve eşlik eden kanalların görünümüne bakarak, hem yumurtalık hem de testis dokusu olan 98 tane gerçek hermafroditizm vakası tanımlamışlardır. Bazı durumlarda insanlar güçlü dişil gelişim göstermişlerdir. Ayrı vajina ve idrar yolu açılımları, büyük ve küçük dudaklarla ayrılan birer vajina ağızları vardı ve ergenlikte göğüsleri gelişip genelde de âdet görmeye başlamışlardı. Onları tıbbî yardım almaya iten şey de, fazla büyük olan ve cinsel açıdan uyarılabilen, bazen de ergenlikte penis olarak gelişme işaretleri veren klitorisleriydi. Bir başka grubun üyelerinin göğüsleri ve kadınsı bir vücut yapıları vardı ve âdet görüyorlardı. Ancak vajinal dudakları en azından kısmen kapanmış ve tamamlanmamış bir testis torbası oluşturmuştu. Fallus (burada, olağan embriyo gelişimi sırasında klitoris ya da penis oluşturan bir yapı anlamında, embriyolojik bir terim olarak kullanılmıştır) uzunluğu 3,8 ile 7,1 cm arasındaydı; yine de, vajinanın içine ya da yakınına açılan bir idrar yolu vasıtasıyla işiyorlardı.

Guinet ve Decourt tarafından açık farkla en sık karşılaşılan (%55) gerçek hermafrodit türünün daha erkeksi bir fiziği var gibi görünüyordu. Bu tip insanlarda idrar yolu, klitoristen çok penise benzeyen fallusun içinden ya da yakınından geçiyor. Ancak dış cinsiyet organlarının göreceli eril görünüşüne rağmen, ergenlikte göğüsler çıkıyor. Âdet kanı, işeme sırasında belli aralıklarla dışarı atılıyor. 98 sözde hermafroditten daha büyük bir örneklemin, daha da çok zıtlık ve ayrıntı vermesi mümkündür. Şu kadarını söyleyeyim; farklılıklar o kadar çeşitli ki, hangi organların var olduğunu ve neyin neye bağlı olduğunu bilmek, ancak keşif ameliyatından sonra mümkün olabilir.

İnsan hermafroditlerin embriyolojik kökenleri, erkek ve dişi cinsel gelişimi hakkında bilinenlerle açıkça örtüşmektedir. Embriyonik eşeysel bez, eril mi dişil mi bir yol izleyeceğini genellikle gelişmenin başlarında seçer; yumurtalık-testis içinse bu daha kararsız bir seçimdir. Benzer şekilde embriyonik fallus sonunda büyük bir çoğunlukla klitoris ya da penis olur, ama ara durumların varlığı embriyologlar için hiç de sürpriz değildir. Embriyoda idrar-cinsiyet organı şişlikleri de vardır, bunlar genellikle ya açık kalıp vajinal dudaklara, ya da kapanıp testis torbasına dönüşür. Bazı hermafroditlerdeyse açılma/kapanma seçimi kararsızdır. Sonuçta tüm memeli embriyolarının dişil rahim ve yumurtalık yollarına (fallop tüpleri) dönüşebilen yapıları olduğu gibi, eril sperm taşıyıcı sistemin parçasına dönüşebilen yapıları da vardır. Tipik olarak başlangıçtaki cinsiyet organlarının ya eril ya da dişil takımı bozulur, kalan yapılar cinsiyete uygun geleceklerine ulaşır. Hermafroditlerde her iki organ takımı da değişken derecelerde gelişirler.

Aslında “interseks” kavramı yeni bir kavram değildir. Hatta insanın orijinleriyle ilgili pek çok hikâyede hermafroditlerin bahsi geçer. İncil’i yorumlayan en eski âlimler Âdem’in dünyaya hermafrodit olarak geldiğine ve tanrı huzurundan kovulduktan sonra kadın ve erkek olmak üzere iki ayrı kişiliğe bölündüğüne inanırlar. Platon’a göre bir zamanlar üç seks vardır: kadın, erkek ve hermafrodit. Daha sonra zaman içinde hermafrodit toplum dilinden kaybolur.

Yahudilikte kuralları düzenleyen Talmud ve Tosefta kitaplarında karışık cinsiyetli insanlara dair çok detaylı düzenlemeler yer almaktadır. Mesela Tosefta hermafroditlerin babalarından miras almalarını yasaklarken (kızlar gibi), kadınların arasına karışmamalarını (oğullar gibi) ve tıraş olmamalarını öğütler (diğer erkekler gibi). Âdet süresince erkeklerden uzak durması gereken hermafroditlerin aynı zamanda şahitlik ve rahipliği de geçersiz kılınmıştır (kadınlar gibi). Bunun yanında hermafroditler erkeklere yönelik oğlancılık yasalarına da tâbi tutulmaktadırlar.

Avrupa’da Orta Çağ’ın sonlarında başlayıp günümüze kadar gelmiş bir anlayış hermafroditlerin iki cinsiyetten bir tanesini seçip, yaşamını sadece bu cinsiyetin mensubu olarak idame ettirmesi anlayışıdır. Bu anlayışın kabulünden beri gelen süreçte, tek bir cinsiyeti “seçip” sonuna kadar bu “seçim”e sadık kalmayan hermafroditlerin ölüm cezasına çarptırıldığı dahi görülmüştür. Örneğin 1600’lü yıllarda İskoçya’da kadın olarak yaşayan bir hermafrodit hizmetçi, ev sahibinin kızını hamile bıraktığı anlaşılınca diri diri gömülerek cezalandırılmıştır.

Miras, medeni kanun, aileye yönelik kurallar, kariyer erişimi, ünvan, vb gibi konular modern Avrupa hukuku’nda bireylerin doğduğu anda kayıtlara kız veya erkek olarak geçmesini gerektirir. Amerika Birleşik Devletleri’nde cinsiyet belirlenmesi eyalet yasalarınca düzenlenmektedir. Örneğin, Illinois eyaleti, bireylerin doğum sertifikalarında yazılı olan cinsiyeti cerrahi rapor eşliğinde değiştirmelerine izin verirken, New York Tıp Akademisi, cerrahi müdahalenin kromozom yapısını değiştirmediğini öne sürerek bir bireyin cinsiyetinin kromozom yapısına göre belirlenmesi gerektiğini iddia etmektedir. Diğer bir deyişle, kamuyu olası bir sahtekârlıktan koruma kaygısı, bir bireyin kendini ait hissettiği cinsiyete dönüşebilme imkânından daha önemli kabul edilmiştir.

Bu son iki yüzyıl’da modern tıp, hukukun başlattığı hetero-normatif (toplumsal cinsiyet ve cinsellik anlamında) olmayan vücut ve cinsiyetlerin silinmesi görevini tamamlamaktadır. Ne yazık ki, son yüzyılda edindiğimiz cinsiyet ve cinsellik sistemlerinin komplikeliğine ait derin bilgi, bir yandan da bu komplikeliğin bilfiil baltalanmasına alet olmaktadır.

1937’de Johns Hopkins Üniversitesi’nden Hugh H. Young adında bir ürolog “Cinsiyet Organı Anomalileri, Hermafroditler ve Buna Bağlı Böbreküstü Bezi Hastalıkları” adında bir yayın çıkarmıştır. Kitap, bilimsel bakış açısı ve açık fikirliliği yönüyle takdire şayan bir yapıttır. Young bu kitabında “doğum kazası” olarak gördüğü anomalilere tedavi imkânı sunabilmek ve varolan tedavileri incelemek amacıyla çok kapsamlı bir tıbbî araştırma ve vaka görüşmesi yapmıştır. Young kitabı için birlikte çalıştığı vakalara ilişkin ön yargılı bir tutum izlememekle beraber, tedavi istemeyen hermafroditleri de tedaviye zorlamaz. Bunun yanında hem erkek hem kadın olarak varlığını sürdüren hermafroditlere aktif hermafrodit diyerek çağının önünde bir tutum sergiler.

Young’un en ilginç hastalarından biri Emma adında bir hermafrodittir. Emma kız olarak büyütülmüştür ve hem penis büyüklüğünde bir klitorise hem de işlevsel bir vajinaya sahiptir. Bu iki uzvu sayesinde hem kadın hem de erkeklerle “normal” birleşme olanağı bulmaktadır. Ergenlik döneminde tutkuyla beraber olduğu pek çok kız arkadaşı olan Emma 19 yaşına geldiğinde bir adamla evlenir. Evlendiği adamı cinsel açıdan tatmin edebilmesine rağmen kendisi bu ilişkiden herhangi bir cinsel tatmin sağlayamaz. Bu sebeple de kızlarla olan ilişkilerine devam eder. Young, Emma’nın hayatından gayet memnun olduğunu bildirir. Sohbet esnasında bir ara erkek olmak arzusundan bahseden Emma’ya Young bu isteğinin oldukça kolay bir tıbbî prosedürle yerine getirilebileceğini beyan eder. Buna karşılık Emma’nın verdiği yanıt ilginçtir:

“Beni erkek yapmak için vajinamı almak zorunda mısınız? Açıkçası vajinamı kaybetmek istemiyorum çünkü o benim ekmek teknem. Eğer vajinam olmazsa, kocam beni boşar ve ben kendim iş aramak durumunda kalırım. Bu sebeple de sanırım olduğum gibi kalmayı tercih edeceğim. Neticede kocam bana iyi bakıyor ve her ne kadar ilişkimiz bana cinsel yönden bir haz vermese de ben bu ihtiyacımı zaten kız arkadaşlarımla giderebiliyorum.”

Young her ne kadar interseksliği bilimsel bir bakış açısıyla aydınlatmayı hedeflemiş olsa da, çalışması ne yazık ki tıbbî baskıya ön ayak olmuştur. Young’ın kitabı, bugün interseks bireylerin “tam kadın” veya “tam erkek”e dönüştürülmesinde kullanılan modern cerrahi ve hormonal tedavi yöntemlerinin temelini atan kitaptır. Young diğer meslektaşlarına kıyasla interseks bireylerin ve ailelerinin yaşamlarına daha az müdahil bir tavır sergilese de, çalışmasının bugünkü kontrol ve müdahale mekanizmalarına katkısı çok büyüktür.

1969’a gelindiğinde Christopher J. Dewhurst ve Ronald R. Gordon isimli iki İngiliz doktor “İnterseks Bozuklukları” başlıklı bir kitap yayınlarlar. Bu noktada interseksüelliğe tıbbî ve cerrahî yaklaşımlar, katı bir tektiplik durumuna yaklaşmıştır. Fikirlerin böylesi sertleşmesi durumu tam da İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaştan dönen askerler için istihdam yaratma kaygısıyla kadınları iş dünyasından koparıp mutfağa geri gönderme politikalarının alevlendiği döneme denk gelir. Bu öyle bir dönemdir ki ataerkil rol anlayışını dayatan toplumsal cinsiyet baskıları, gücünü iki cins arasındaki farklılıkların sürekli öne çıkarılmasından alır. Böyle bir ortamda bulanıklıklılara yer yoktur, dolayısıyla da tıp dünyasının interseks bireylere yönelik ortak bir hetero-normatif tutum sergilemesi çok önemlidir. Tıptaki konsensüsün pek de evrensel olmadığı, Dewhurst ve Gordon’un kitabındaki neredeyse isterik tavırdan anlaşılabilir. Bu tavır, Young’ın temel oluşturan çalışmasındaki sakin mantıkla tam bir zıtlık gösterir. Yeni doğmuş interseksüel bir bebeği tarif ettikleri bölüme bakalım:
“Anne-babanın yaşadığı ıstırabı hayal etmek bile güçtür. Yeni doğmuş bir bebeğin, cinsiyet gibi çok temel bir meseleyi etkileyen bir sakatlığı olması… derhal akla, her zaman yalnızlık ve hüsran içinde cinsel bir ucube olarak yaşamaya mahkum, psikolojik açıdan uyumsuz birinin görüntülerini getiren, son derece trajik bir olaydır.”

Dewhurst ve Gordon gerekli müdahalelerde bulunulmadığı takdirde interseks bireyin böylesine kötü bir kadere mahkûm olacağını bildirir. Dewhurst ve Gordon’a göre tıp bu “korkunç” kaderi değiştirebilecek güce sahiptir, kitaplarını ise adeta bu gücün müjdeleyicisi edasıyla yayınlarlar.

Bilimsel dogma, interseksliğin düzeltilmesi gereken makûs bir kader olduğu varsayımını sorgulamaksızın kabul etmiş ve diretmiştir. Aslına bakıldığında bu varsayımı tamamıyla doğrulayan hiçbir deneye dayalı çalışma olmadığı gibi varolan çalışmaların da birçoğu aksi yönde bulgulara işaret eder. Young’un Francis Benton isimli diğer bir aktif hermafrodit hastası halinden çok memnun olduğunu, değişmek istemediğini ve kendisini bu haliyle çok sevdiğini belirtmiştir. Aynı şeyler Emma isimli hermafrodit için de söylenebilir. Dewhurst ve Gordon gibi hermafroditizmin en erken yaşlarda tedavi edilmesi gerektiğine inanan doktorlar bile daha olgun yaşlarda yapılan operasyonların da gayet başarılı olduğunu kabul etmişlerdir.

Yüzyılımızda interseks bireylerin “tedavisi” Fransız tarihçi Michel Foucault’nun işaret ettiği “bioiktidar”ın en önemli örneklerindendir. Biyokimya, endokrinoloji, fizyoloji, psikoloji gibi alanlarda edinilen ileri bilgiler, doktorlara insan cinsiyeti ile oynayabilme fırsatı vermiştir. Bu tip bir gücün ya da yetkinin çok yakından takip edilmesi gerekir. Bir taraftan böyle bir güç özünde interseks bireyleri var olduğu düşünülen bir acıdan (ki bu acının hastaya mı, ailesine mi, yoksa doktora mı ait olduğu tartışılır) kurtarılması amacıyla ortaya çıkmıştır. Eğer ki bugün içinde yaşadığımız toplumda bir bireyin mutlu olabilmesi için toplumca kabul gören iki cinsiyetten birine ait olması gerektiğine inanıyorsak, o zaman modern tıp bizim için çok başarılı bir noktaya ulaşabilmiş demektir.

Diğer taraftan aynı tıbbî müdahale olumlu bir gelişmeden ziyade bir disiplin metodu olarak görülebilir. Hermafroditler norma başkaldıran vücutlara sahiptirler. Bu insanlar doğal olarak bizim yarattığımız kadın-erkek ikilemine uymazlar, bu ikileme indirgenebilmeleri için ameliyatla değiştirilmeleri gerekmektedir. Peki ama göğüsleri, vajinası, overleri olduğu için kadın kabul edilen bir bireyin diğer bir vajinaya girebilecek ebatlarda bir klitorisi olmasını neden yadırgıyoruz? Doğada hem kadın hem de erkeklerle “normal” olarak ilişkiye girebilecek insanların varlığı bizi neden rahatsız ediyor? Bu soruların cevaplarını kendini iki cinsiyet arasındaki ayırımı korumakla yükümlü gören toplum anlayışında bulabiliriz. Toplum interseks vücutları bu “önemli” ayrım zarar görmesin diye kontrol altına alıyor. Hermafroditler vücutlarında bu iki cinse ait özellikleri barındırmanın ötesinde, istedikleri zaman kadın, istedikleri zaman erkek olarak da yaşayabildikleri için cinsiyete ait çok önemli tabuları yıkarken bir yandan da eşcinsellik kavramını uyandırıyorlar.

Peki ya her şey farklı olsaydı? Öyle bir dünya düşünelim ki interseks bireylerin vücutlarına müdahale eden, kontrol altına alan bilgi cinsiyetin bildiğimizden daha çeşitli algılanmasına ve bu çeşitliliğin genel kabulüne olanak sağlasın… İkiyle sınırladığımız cinsiyetin hiç düşünemeyeceğimiz yeni cinsiyetlere filiz verdiğini hayal edelim… Böyle bir dünya eşit güç dağılımı gerektirir. Hasta-doktor, ebeveyn-çocuk, kadın-erkek, hetero-eşcinsel gibi ayırımların bulanıklaşmasına ve yıkılmasına yol açar. Tıp etiği cinsiyet ayrımını aşmış bir toplumda tedavinin muallâklığı odak almaması düşüncesini destekler. Tıbbî müdahalenin ana hedefi sağlıklı bir yaşamla sınırlanır. Böylece hermafroditler toplumun cinsiyet kurallarına uyma kaygısından kurtulup fıtık, eşeysel bez tümörleri, böbreküstü bezi bozukluğunun yol açtığı tuz dengesizliği gibi hermafroditsel gelişime eşlik edebilecek sağlık sorunlarının üzerinde durabilirler. Benim ideal dünyamda interseks bireylere tıbbî müdahale, interseks kişi ancak kendi kararlarını verebilecek yaşa geldiğinde söz konusu olabilir. Bu noktada müdahale, doktor, hasta ve cinsiyet çeşitliliği konularında eğitim almış başka danışmanların ortak bir çabası olarak gerçekleştirilmelidir.

Yukarıda bahsettiğim ütopyaya geçişin kolay olacağını iddia edecek değilim. Batı toplumunda “normal” olduğu iddia edilen hetero cinsellik bile bu kadar tabuyken; eşcinsel ilişki dini ve kimi eyaletlerde hukuki olarak yasak kabul edilirken, interseks kavramının hemen anlaşılması beklenemez. Özellikle Viktorya döneminden itibaren çocukların cinselliği olabileceği ihtimalini reddeden ebeveynlik anlayışı, konu interseks çocuklara geldiğinde şüphesiz çok büyük sorunlar yaşayacaktır.

Bütün bu tartıştıklarımız interseks çocukların neden iki cinsiyetten birine indirgenmeye çalışıldığını açıklayabilir. Peki alternatif yola sapmanın (interseksliğe müdahale edilmemesinin) psikolojik bedelleri ne olabilir? Yüzeyde bakılınca böyle bir seçim interseks bir çocuğu çok zorlayabilir. Örneğin böyle bir çocuk okulda ve sokakta diğer çocukların alayına maruz kalır mı? Beden eğitimi dersi için giyinip soyunurken ve duş alırken vücudunun büyük bir gelenek dışı ihtişamla sergilenmesinden rahatsız olur mu? Her şeyden önce hangi cinsiyete ait soyunma odasını tercih etmesi gerekir? Hangi tuvaleti kullanır? Ve böyle bir çocuğu olan anne ve baba ergenlik dönemi gelip çattığında çocuğuna ne tür destek sağlayabilir?

Geçtiğimiz 30 yılda bu sorular bilimsel çevrelerce göz ardı edilmiştir. Bunun en büyük sebebi bilim dünyasının interseks vücutları olduğu gibi bırakma fikrini hep bir ağızdan reddetmiş olmasıdır. Fakat modern araştırmalar ameliyatlar standart kabul edilmezden önce yoğunlukla 19301960 yılları arasında kaydedilmiş interseks deneyimlerini incelemeyi düşünmezler. Bu kayıtlarda, hemen hemen istisnası olmaksızın interseksliğinin bilincinde büyüyen ve bu durumlarından gayet memnun çocuklar yer almaktadır. Bazı araştırmalar bu çocukların hangi soyunma odasını tercih ettiğine varana dek detaylandırılmıştır (interseks çocukların neredeyse tümü toplum içinde duş almaktan uzak durur); hiçbir vakada psikoz veya intihar eğilimine rastlanmamıştır.

Yine de interseks bireylerin sosyalleşmesi elbette çok daha sofistike analizler gerektirir. Benim sözünü ettiğim ütopyaya ulaşılmadan önce topluma açık bir şekilde interseks olarak yaşayan ilk çocuk ve ailesi şüphesiz göğsünü birçok zorluğa siper etmek durumunda kalacaktır. Fakat uzun dönemde (her ne kadar bu uzun nesiller gerektirse de) kazanılan bedel cinselliğin korkulacak ve alay edilecek bir kavram olmaktan çıkarılıp bütün çeşitliliğiyle kutlandığı ve kutsandığı bir gerçekliğe dönüşmesi olabilir.

çeviri: Öner + Sinan

http://www.donme.org/sayi_10/bakis.htm

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s